1. Hukuk Dairesi 2017/2638 E. , 2020/4570 K.
Dava, temlikin şeklen geçersiz olduğu ve gabin hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı, 11.10.2011 tarihli düzenleme şeklinde bağış vaadi sözleşmesi ile dava konusu 1134 ada 3 parsel sayılı taşınmaz ile dava dışı 4 parsel sayılı taşınmazdaki 16 no’lu bağımsız bölümü davalı cemiyete bağışlamayı vaad ettiğini ve aynı tarihli vekaletname ile yetkili kıldığı cemiyet çalışanı tarafından dava konusu taşınmazın 11.11.2011 tarihinde bağış yoluyla davalı cemiyete temlik edildiğini, ne var ki bağış vaadi sözleşmesinin şeklen geçersiz olduğunu, anılan işlemleri yaşlılığın etkisi ve yalnız kalma korkusu ile bir anlık bunalım sırasında yaptığını, davalı cemiyetin sunduğu hizmetlere ihtiyacı olmadığı gibi davalının yer tahsisi ve hizmetinden faydalanmadığını ileri sürerek dava konusu 1134 ada 3 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tescilini istemiştir.
Davalı, yapılan devir işlemlerinin usulüne uygun ve geçerli olduğunu, yükümlülüklerin yerine getirildiğini, davacı tarafa tam teşekküllü bir rezidans tahsis edildiğini, davacının kendi isteği ile tahsis edilen daireye taşınmadığını bildirip davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, bağışlama işleminde şekil yönünden herhangi bir geçersizliğin bulunmadığı, davalının yükümlülüklerini yerine getirdiği ve bağışlamadan rücu koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Hemen belirtilmelidir ki, iddianın ileri sürülüş biçimi, dava dilekçesinin içeriği ve özellikle ön inceleme duruşmasındaki davacı vekilinin beyanlarından; davacının davasını sözleşmenin şeklen geçersizliği ve gabin nedenlerine hasrettiği açıktır. Bilindiği üzere; sözleşmenin gabin (aşırı yararlanma) nedeniyle illetli olduğunun kabulü için edim ve karşı edim arasındaki oransızlığın, taraflardan birinin, diğerinin şahsında mevcut özel bir durumu bilerek istismar etmesi, sömürmesi sonucu oluşması gerekir. Dar ve zor durumda kalmaları nedeniyle, sözleşme yapmaya, mallarını çok düşük bedel ile devretmeye sürüklenmiş kişileri korumak zayıfı güçlüye ezdirmemek için hukukumuzda da düzenlemeler yapılmış 6098 s. Türk Borçlar Kanunun (TBK) 28. (818 s. Borçlar Kanunun (BK) 21) maddesi ile aynen; "Bir sözleşmede karşılıklı edimler arasında açık bir oransızlık varsa, bu oransızlık, zarar görenin zor durumda kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak suretiyle gerçekleştirildiği takdirde, zarar gören, durumun özelliğine göre ya sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek ediminin geri verilmesini ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilir.
Zarar gören bu hakkını, düşüncesizlik veya deneyimsizliğini öğrendiği; zor durumda kalmada ise, bu durumun ortadan kalktığı tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde sözleşmenin kurulduğu tarihten başlayarak beş yıl içinde kullanabilir." hükmü getirilmiştir.
O halde, aşırı yararlanmadan (gabinden) söz edilebilmesi, objektif unsur olan edimler arasındaki aşırı oransızlık yanında, bir tarafın darda kalma, tecrübesizlik, düşüncesizlik (hafiflik) hallerinin bulunması, diğer yanın ise yararlanmak, sömürmek kastını taşıması biçiminde iki sübjektif unsurun dahi gerçekleşmesine bağlıdır. Gabinin varlığı zarar görene (sömürülene), sözleşme tarihinden itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirerek iptal davası açıp iddiasını her türlü delille kanıtlama ve verdiğini geri isteme hakkı ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteme hakkı verir.
Hemen belirtmek gerekir ki gabin davasında öncelikle edimler arasındaki, aşırı oransızlık üzerinde durulmalı, objektif unsur ispatlandığı takdirde zarar gördüğünü iddia edenin kişiliği, yaşı, sağlık durumu, toplumdaki yeri, ekonomik gücü psikolojik yapısı gibi maddi, manevi yönler yani sübjektif unsur derinliğine araştırılıp incelenmelidir.
Somut olaya gelince, mahkemece sözleşmenin şeklen geçersizliği iddiası üzerinde durulmuş ancak, gabin iddiası üzerinde durulmadan sonuca gidilmiştir.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca davacının gabin iddiası üzerinde durulması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve eksik inceleme ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.